Not Defterine yazdığımız en güzel kelimeler


  • Musil okurken akıp gitmekte olan bir nehrin kıyısına oturmuş, sakin bir gezgini dinliyorsunuz sanki.
  • İnsan ancak gerçek dosta yarasını gösterir.
  • Ben de bu “ruhu” bir yerden tanıyorum diyorum ?
  • Biraz hızlı söylemek istersek
  • Malesef bu makalenin menzilini aşıyor.
  • Bu şehirde gezerken kendimi buldum mu kendimi bıraktım mı pek emin değilim 
  • Bir insan en sert söz ve eleştiriler karşısında bile bu kadar mı nezaketi,zerafeti elden bırakmaz?
  • İncinirken bile incitmekten imtina eden bir terbiye her insana nasip olmaz.Güzel ahlak dedikleri şey bu olsa gerek.
  • Okunmayan yazar Aragon’un Yalnız insan şiiri: Yalnız insan merdivendir, Hiçbir yere ulaşmayan, Yalnız insan kayıp mektup Adresi mi yanlış nedir?
  • Bazı yazarlar, şairler, sanatçılar vardır...İçinden geçtikleri asrı öyle güzel “kaydederler”, Hakikat’i öyle güzel yakalarlar ki…Her şeyin fiyatını bilen, hiç bir şeyin değerini bilmeyen bu modern insan.
  • Camide müezzinin ezan okumaya başlamasıyla beraber karanlık çökmekte tarihin en eski medeniyeti mezopotamya'ya



Derler ki, “kendini bilmek isteyen yola çıksın” Einstein zamanın izafi olduğuna dair olan o meşhur teorisini istanbulda bulmuş olmalı. Gerçekten de izafi işte, zaman akmıyor istanbulun sokaklarında. Zannedersiniz ki tarih tutunup kalmış dakikalar bizansın, osmanlının miraslarına işlemiş. Bizler her gün mezarlık provası yaptığımız, komşularımızın kim olduğundan haberimizin dahi olmadığı kutucuklarda, barınmamızı sürdürüyoruz.

Bazen de anlamı kaymış olan sözlerin hatta harflerin etimolojik köklerine geri dönerek kayıp mânâların peşine düşüyorum. Bazen hislerinizi, duygularınızı anlatamazsınız ancak neden anlatamadığınızı daha güzel anlatabilirsiniz.


Bazı kitaplar vardır, insan onları okurken aklını aCZ bırakan bir muCiZenin kıyısında durduğunu idrak edebilir. Kitabın sayfaları değildir ikiye açılan, Kızıldeniz’in yarılan sularıdır adeta! Çünkü böylesi kitaplar yazıldıkları asırların, coğrafyaların günlük/yerel gerçeklerini delip geçerler ve Hakikat’e dair bir şeylere dokunurlar. Adeta yazan âlim zamanda seyahat etmişçesine kitaptan önceki ve sonraki asırlarda da geçerli olan/olacak şeyler anlatır size. Bu âlimlerin kalemiyle yazıldığında Hakikat ile Gerçek zeytinyağı ve su gibi birbirinden ayrı durur.

Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’si bile “Dinle!” diye başlar. Konuşan insan bir kulağa muhtaçtır. Yazan insan da okura. Konuşan insan bir kulağa muhtaçtır. Yazan insan da okura. Nobel ödülü kazanmış bir yazar bile isimsiz, anonim okurların HER BiR TANESiNE muhtaçtır. ALLAH’ın takdiridir bu. Kadın-Erkek gibi okurlar yazarların tamamlayıcısıdır. Dürüstlükle söylemek gerekirse ben de okunmak için yazıyorum. Aksi takdirde saatlerce uğraşıp dolma saran, sonra buzdolabında çürümeye terk eden çocuksuz ve misafirsiz bir insana benzerdim.

Özgürlük sahipsiz bir mal değildir; insana lütfedilmiştir. Bu yüzden insan fiillerinden sorumludur. Seçimlerimizde özgürüz, ama yanlışı seçmek bir hak değil, her daim sorumluyuz. Çünkü , biz kendinden bilgi, kendinden irade, kendinden kudret sahibi değiliz; bunlar bize verilmiştir.Dahası hayata ve insanlara pozitif bakmışımdır her daim…Nefsimin savcısı, insanların da avukatı olmak lazım geldiğine inanırım.Zira günahkara değil, günaha karşıyım ve yine Kimse sınanmadığı bir günahın masumu saymamalı kendini ..Artı terk edilmiş hata, hiç yapılmamış hatadan daha evladır Allah katında…


Biz modernler tuhaf bir çağda yaşıyoruz. 20ci yüzyılda vakit kazanmak için icad edilen makineler sayesinde öyle çok boş zamanımız oldu ki 21ci yüzyılda o zamanı (can sıkıntısını) öldürecek icadlar yapmak zorunda kaldık: Hızlı giden trende sıkılmamak için elektronik oyun, işten eve hızlı gelen sıkılmasın diye TV dizileri… Yürüyen merdivenlerde yürüyerek kazandığı vakti ve fazla kiloları yakmak için spor salonuna giden bir insanın hikmetli sözlerle karşılaşma ihtimali en yüksek olan yer yine şüphesiz sanal mekân.


Her insan bu dünyaya birseyler yazmak için gelir. Bir miktar mürekkep ile. Ama nereye yazacak? Zaman’in kâgidina elbette bu yüzden her bir kelimeyi yudum yudum içmeniz gerekiyor. Adım adım ilerleyebiliyor ama koşamıyorsunuz. Adem‟in hikâyesini okurken, Adem‟de kendinizi okuyorsunuz. Adem her “Rabbim” dediğinde, siz de “Rabbim” diyorsunuz. Kelimeler Adem‟in kelimeleri değil, sizin kelimeleriniz. Bir nev‟i dejalu yaşıyorsunuz, kelimeleri daha önceden okumuş olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. İsyana muktedir olanın, hatasının ardından baş eğişinin kıymetini anlıyorsunuz. Kıymetli olan, başkaldıracak güce muktedirken, itaat‟i tercih etmek… bu tercihi seviyorsunuz. Hatanın büyük ya da küçük olmasının değil, “hata” olmasının, hata işleyebilecek yaratılışta ve hatayı anlayabilecek kavrayışta olmanın “adım” olduğunu anlıyorsunuz. Her şey adım. Adem‟in adımlarında insanlığın adımlarını fark ediyorsunuz. Adım adım ilkleri ve ilk adımları takip ediyorsunuz: İlk ses, ilk kelime, ilk cümle, ilk yalnızlık duygusu, ilk erkek, ilk kadın, ilk aşk, ilk günah, ilk gaflet, ilk tevbe, ilk affediliş, ilk affediş, ilk gözyaşı, ilk tebessüm, ilk dokunuş,babasının ceketini giymiş bir çocuktaki gibi iğreti duruyor savaşların, barışların, olayların şifresi saklı bu satırlarda.

Müptalesı olduğum derinlikli yazılarınız hakkındaki görüşlerimle başlamak istiyorum.Dürüst olacağım,varoluşa,Zamana,insan ruhunun deriniklerine ait yazılarınızla karşılaştığımda harekete geçen ilk duygu kıskançlık!Lafı dolandımadan söyleyeyim:kıskanıyorum sizi. Kötü bir kıskançlık değil bu.Birikimimle değil ama kendi yaradılışım ve yaşadıklarıma dair “keşke duygu ve düşüncelerimi-sizin gibi-ifade edebilecek yeteneğe,kalem gücüne sahip olabilseydim”diye içimden geçiriyorum.Aslında bir yetenekten yoksun olmaya hayıflanmak da değil bu.Daha çok hissettiğimi/yaşadığımı bir türlü kelimelere dökememenin yarattığı bir boşluktur diyebilirim.Kendimi anlatamamak diyeyim buna.Ve işte siz,sizi okuduğumda beni anlatıyor,duygu ve düşüncülerime,yüreğime tercüman oluyorsunuz.Nasıl anlatsam,emek harcayarak büyük bir sabırla paylaştığınız satırlarda kendi iç çelişkelerimi,gel gitlerimi yansıtan bir boy aynasıyla karşılaşıyorum.Bu benim diyorum.Öyle ki”Hah işte şu kavşaktan ben de geçmiştim,hikayenin bu kısmı bana tanıdık geliyor”dedirtecek kadar yakın ama tefekküre yöneltecek kadar da anlamlı. Ancak yine de,yazılarınızı dört gözle beklememe karşın,”hadi şu sese bir ses de ben vereyim”dediğimde kalakalırdım klavyeyle,parmaklarımı usulca çekerek başka bir zamana bırakırdım.Erteleme isteğiyle değil,yazmak isteyip de yazamadığımdan. “O zamanın” gelmesini çok istedim.Gelmedi,bir türlü nasip olmadı. Ben de büyük bir dikkatle okumakla yetiniyorum yazılarınızı.Bir de üşenmeden el yazısıyla sayfalara aktarıyorum.Biliyor musunuz,bu formattaki yazı serilerinizi özenle aktardığım bir defrterim var artık.Tekrar okumaları buradan yaparım.Emeklerinize karşı katkı borcumu böyle ödüyorum naçizane.Anlayacağınız bugün tekrar klavyenin başına geçtim.Göz nuru ve emeğinizi yoğurarak bizlere kazandırdığınız fikirlerinize karşılık gelecek bir şey katamasam da içimdekileri paylaşmalıyım diye düşündüm.En azından yazılarınız üzerinden kurduğum bu derin dostluk bağından sizi mahrum kılmak olmazdı. Bir şey daha söyleyeyim,belki tamamen kişilikle ilgilidir:bildim bileli bir insanı(veya görüşlerini)övmek eleştirmekten çok daha zor oldu benim için.Sanırım benim için özel birer klasik niteliğindeki makalelerinize yorum bazında katılamamın bir nedeni de budur.

Dr Brager ile 15 dakika geçirdikten sonra hastaligin yarisi yok olurdu adeta. insan tedavi olmaktan çok ANLASILMAK ihtiyaci içinde. Dr Brager’den sonra çok doktor tanidim. Mekanisyen doktorlardi bunlar. Dertlerinizi ufak parçalar haline bölüp “semptom – belirti” seklindeki problemleri ilaçla çözmeye çalisirlardi. Araba tamircileri gibi düsünürlerdi. Oysa bir fikra açiklandigi zaman komik olmadigi gibi bir IZDIRAP da parçalara bölündügü zaman anlasilmaz. ALLAH bizi böyle yaratmis. Birimizin derdi ötekinin kalbine akabiliyor. Beni anlayarak bana SONSUZ bir iyilik yapan dostlara tesekkür ediyorum.

Sizin için dua edeceğim, ALLAH’a yalvaracağım.Unutmayın ki annemiz hamile olduğunun farkında bile değilken ALLAH bizi biliyordu. Biz ölüp gittikten sonra da yine bizi bilecek olan O. Bu Hakikat hiç yabana atılmamalı. ALLAH’ın bizi bildiğini ve sevdiğini unuttuğumuz için parada, sigarada, alkolde, siyasî kavgalarda teselli arıyoruz. Yalnız değilsiniz.Kendinizi tahlil etmişsiniz ve “huzursuz,mutsuz ve önemlisi idealsiz/hedefsiz” olarak kendinizden uzaklaşmanızı da çok iyi yakalamışsınız. “Bütün bu çalışmaların sonucu ne olacak. Ne amaçlanıyor?” Mübarek bir şahıs Cevap veriyor: “Külli nefsin zaikatül mevt… Bütün nefisler ölümü tadacak… Biz görevimizi yapıyoruz, sonucu Allah yaratır…”

Sanki siz de böyle bir süreç yaşıyorsunuz. YazMAmaktan dolayı duyduğunuz ızdırap öyle bir seviyeye ulaştı ki yazmaya hazır hale geldiniz. Mesnevî’de içi kızgın demirle boşaltılan neyin güzel ses vermeye yaklaşması bir metafor olarak kullanılır. Vatanından (sazlıktan) koparılan ney türlü çilelerden sonra ağlar, inler, vatanını özler. Ama Vatanı özlemek için ondan ayrı düşmek gerekir. yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek, çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek...

Yorumlar